SIÇMANIN FELSEFESI

"Büyük fikirler, ya koşarken ya sıçarken insanın aklına gelir." Bu deyimin yaratıcısı çok ince bir noktaya değinmiştir. Toplumsal etik ve ahlak kurallarına bir ömür maruz kalmış bilincimiz, bizim atfedilen konunun özünü görmemize engel olur, -tıpkı yüzbinlerce kalıpların engel olduğu gibi.

Peki, nedir burada kast edilen şey? 'Koşmak'tan başlayalım:
Koşmak, en mükemmel hareket dinamiklerinden biridir. Çünkü süreğendir ve aynı yerde durmak, takılı kalmak söz konusu değildir bu devinimde. Devamlı olarak bir akış, bir değişim ve enerji döngüsü söz konusudur. Kişinin düşünceleri, bedeninden doğar. Devamlı olarak kendini bir odaya kapatan insanın (haftalarca, aylarca, yıllarca), her gün düzenli olarak gördüğü, maruz kaldığı tek şey dört duvar olduğu zaman fikirleri ve düşünceleri de aynı şekilde durağanlaşır, bilinci bir hücreye dönüşür ve o hücrenin içinde, duvarlara çarparak kendisine geri döner. Bunun sebebi hareketsizliktir. 'Düşünceler, içinde bulunulan ortamdan, dahası yaşam tarzından pek fazla etkilenmez, kendi başına hareketi söz konusudur' demek, durumu sınırlandırmış olmakla kalmayıp aynı zamanda yanılgıya götürür insanı. (Ayrıca düşüncelerin dışsal ve bedensel etkilere nasıl tepki verdiğini anlamak için gerekli araştırmalara ayrıca bakınız) Nasıl? İki basit örnek üzerinden gidelim: sosyal hayatında bir devrimci, bir harekatçı, bir 'hayır'cı olan kişinin düşünceleri de hayatı ile paralellik göstererek akışkan, saldırgan ve enerjiktir. Ayrıca bunların yanında en büyük belirti olarak da bir 'daha iyi'cilik söz konusu olur. Sözümona kişi her zaman idealist, hayalci ve pozitiftir daha iyi bir gelecek ve dünya konusunda. Bunu da devamlı olarak hareketli bir dinamiğe sahip olmaya borçludur kişi. (Kişi, her ne kadar "bu kadar çabalamamın sebebi, başarıya ulaşılacağına olan inancımdır" dese de, başarıya ulaşılacağına olan inancının kökeninde, savaşıyor olmasının yattığını belirtmemiz zaruridir. Hiçbir şekilde harekete dair bir devinimi olmayan insan için de aynı durum tam aksi şekilde geçerlidir: yani, durağan kişinin iyiye yönelik bir hayalde olmamasının sebebi çaba sarf etmiyor olmasıdır. Adeta kendinde iyiye dair düşünceler besleme hakkı görmez kişi. Her ne kadar içten içe bir umut besliyor olabilse de, bunu yüksek sesle dile getirmekten çekinir. Burada elbette kapitalizm, devlet, mahalle algısı vb. toplumsal sistemlerin dikte ettirdiği bakışın etkisi de söz konusudur. Sadece belirtilen dinamikten kaynaklanmadığının bilincinde olmakla birlikte bütün kaynakların açığa çıkarılması gibi bir kaygımızın olmadığını belirtmekte fayda görüyoruz. Konudan ve bütünlüğünden çok fazla kopmamak adına ana konumuzu merceğe aldığımız bilinmelidir.) Bilakis düşünceleri -yukarıda belirtildiği gibi- dışsal etkilerden; dışavurumu da fikirlerinden etkilenir. Devamlı olarak birbirlerinden etkilenme, birbirlerine güç verme ve birbirlerine hız kazandırma durumu söz konusudur. Ekstrem bir durum olmadığı müddetçe bunun dışında örneklere ya rastlamayız, yahut da pek az rastlarız. Diğer örnekte, yani kendini dünyadan ve hareketten tamamen soyutlayan, kapatan insanda da depresif bir ruhsal durumun ve gelecek hakkında karamsar bir bakış açısına sahip olmasının en beklenilen durum olduğunu bilmemizde fayda var.

Bütün bunlardan 'koşma'nın bir imge, metafor olduğu ve büyük fikirlere gebe olabileceği çıkaramında bulunmakta tereddüt etmememize rağmen yine de biraz daha açmakta fayda görüyoruz: Koşmak, akıcı bir eylemdir. Kişioğlu, hemen her durumda dışsal itkilerden etkilenme eğilimindedir denilebilir. Bu durumda koşma'nın güçlü bir dinamiklik durumu olmasını düşünecek olursak, koşma esnasında büyük, hareketli, enerjik üretimler yapılma olasılığı çok daha katlanmış olur.


Peki, gelelim 'sıçma'ya. Sıçmakta ne gibi bir bilimsel, ilerici bir çıkarımda bulunulabilir ve nasıl bir gözlem söz konusu olabilir? Buna bakalım.

Sıçma eylemi, biyolojik ve bedensel bir ihtiyacın sonucunda oluşmuş bir eylemdir. Bedensel, biyolojik döngünün bir parçası ve bedenimizin hayati devamlılığını sağlayan bir durum. En az yemek yemek kadar da önemlidir. Maslov'un 'İhtiyaçlar Hiyerarşisi'nde en alt kademelerinde olup yazılı olmayan ihtiyaçlardan biridir. Mükemmel bir ihtiyaçtır. Ve bu ihtiyaca (yani sıçma zorunluluğuna) ne kadar maruz kalınırsa, ihtiyacın yerine getirilmesinden (yani sıçmaktan) o denli büyük bir tatmin elde edilir. Kişi bazı durumlarda bu ihtiyaç oluştuğu anda karşılayamayabilir, ortam ve koşulları buna uygun olmayabilir. Bundan ötürü bu ihtiyacı, uygun koşulları elde edene kadar bastırır. Bu bastırılma sonucunda bu ihtiyaç artık farklı bir kademeye ulaşır. Artık sıçma ihtiyacı kişiye dopamin salgılar. Bir ihtiyacın karşılanmasından ve salgılanan dopamin, karşılanmamasında da salgılanabilir hale gelir. [Sigara da buna örnektir. Uzun süre içilmediğinde ve beden kıvranarak sigara içmek istediğinde, sigaranın içilmesinden ve bu ihtiyacın karşılanmasından doğan tatminin benzeri (hatta kimi zaman daha ötesi) bir haz oluşur.] İhtiyaçtan mahrum kalma başta büyük bir mutsuzluk getirirken artık belirli bir noktadan sonra bu mutsuzluktan da dopamin salgılanması durumu söz konusu olur. Bu, tıpkı yeteri kadar uzun bir süre yemek yemeyen bir insandaki açlık duygusunun ortadan kalkması ve iştahının kapanması durumuna benzer bir durumdur. Konunun net bir şekilde anlaşıldığını varsayarak devam ediyoruz: "Büyük fikirler ya kaçarken, ya da sıçarken aklına gelir" deyimi. Evet, buraya bağlı kalarak ve konu bütünlüğünü sağlayarak ilerleyelim:
 Kişi, sıçma ihtiyacını hemen karşılayamazsa bu ihtiyaç gittikçe artar ve kişi bu ihtiyacın çözümünden ne kadar mahrum kalırsa, bu ihtiyacın karşılanmasından o kadar büyük dopamin salgılar, o kadar büyük haz alır. Uzun bekleyişlerden ve kıvranmalardan sonra gelen sıçma eylemi, kişiye olağanüstü bir mutluluk verir. Hatta kişi, kısa süreliğine dünyanın en mutlu insanı gibi bile hissedebilir. Yani binlerce yıldır süregelen bir konunun çözümüne ulaşmış olur: Mutluluk.
 Atıfta bulunacağımız konuya gelecek olursak şunu söyleyebiliriz diye düşünüyoruz: "Kişi, o mutluluğu derinlemesine irdeleyebilir ve üzerine uzun tahlillerde bulunursa bizim ulaştığımız sonuca veyahut daha başka sonuçlara da ulaşabilir; "Mutluluk, bir haz, bir 'ihtiyaçların karşılanması' durumu mudur, yahut bir 'devamlı olarak giderilebilecek ihtiyaçlara sahip olmak'la mı elde edilir?"
 Öncelikle mutluluğun, şiddetli mutluluğun süreğen bir durum olabilme ihtimalinin bulunduğuna açıkçası pek ihtimal veremiyoruz. Salt, dünyadaki her devinim halindeki varlığın (insanlar, hayvanlar, bitkiler ve motorlu taşıtlar) belirli bir temposu olması durumu dâhi bizim için ziyadesiyle yeterli bir referanstır. Bilakis yeterli bulmayanların da olma ihtimalini göz önünde bulundurarak biraz daha detaylandırmakta fayda görüyoruz: Hiçbir canlı devamlı olarak dorukta yaşayamaz. Kalp ritmi dâhi bir tempo ile devamlılığını sağlar. Aksi halde devamlılık söz konusu olmaz, çünkü kalp ritmi tek bir çizgi halinde ise doruk halinde dâhi olsa da düz bir çizgidir. Yani durağan. Hiçbir bitki devamlı olarak en yeşil, en canlı halinde olamaz. Kendi, özgün özelliklerine göre belirli bir süre en iyi halini, belirli bir süre en kötü halini alır. Durum böyledir. Bu verilerin ikna ediciliğinin yeterli olduğunu düşünüyor ve geçiyoruz.
 Mutluluk. Üzerine kafa patlatılan olgu. "Tamamen mutlu bir hayat sürdürmek mümkün mü?" elbette böyle bir durum söz konusu olamaz. Sonuç olarak belirleyemediğimiz, müdahalemiz dışında olan bir çok girdi söz konusu evrenden hayatımıza giren. Dahası belirleyebildiklerimiz ve müdahale edebildiklerimizi de bilgece kendi menfi duygularımıza göre şekillendirip yönlendirdiğimizi söylemek güç. Durum böyle iken aralıksız mutluluk durumu söz konusu olamaz.
Ancak bunun yerine izlenilebilecek bir yol söz konusu olabilir: ölçülülük. Bunun, (kişinin hayattaki amacına göre doğrulanabilirliğinin/yanlışlanabilirliğinin de bilincinde olduğumuzun altını çizerek) en uygun yaşam stratejilerinden biri olabileceğini düşünüyoruz. En azından mutluluk hususunda bu şekilde olduğunu düşünüyoruz. Doruklar, kişiyi diğer dorukla tehdit eden tehlikelerdir aynı zamanda. Çünkü aşırı mutluluk, aşırı acı ihtimalini de yanında getirir.
Ancak kendini aşırlıklara atmadan, belirli sınırlar içerisinde küçük mutluluklardan tatmin olabilmesi, kişinin avantajina olan bir durumdur (en azından bir çok konuda). Küçük mutluluklardan büyük dopaminler salgılamak, kişiye zaman ve enerji tasarrufu sağlar. Buna örnek olarak sarhoşluğu gösterebiliriz; Alkole duyarlılığı fazla olan biri tek bir şişe alkol içerek sarhoş olabilirken alkole duyarsız bir insanın diğerine nazaran daha fazla ve daha büyük zahmete katlanması gerekir. Daha fazla zaman, daha fazla ücret, daha fazla tüketim, daha fazla çaba durumlarına katlanması gerekir duyarsız kişinin. Ancak diğer kişi, duyarlılığının fazla olması dolayısıyla bütün bu zorunluluklardan ya feragat etmiş, yahut da büyük ölçüde tasarruf sağlamıştır.
Elbette bu örnek ile konumuzun tamamen örtüştüğü, tamamen benzerlik gösterdiği ve tamamıyla aynı çıkarımlarda bulunabileceğimiz iddiasında değiliz. Ancak atıfta bulunduğumuz durumun izahında büyük bir kolaylık sağladığının da bilincindeyiz.

Genel olarak toparlayacak ve bir özet geçecek olursak:
Sıçmak ve Koşmak eylemleri, içlerinde büyük felsefeler barındıran eylemlerdir. Bir çok yeni bulgulara bu iki veri üzerinden ulaşmak mümkündür; Buna mutluluk ve yaşamın anlamları da dahil!

-Ossan (İbrahim Halil) Yeşilpınar 

Yorumlar

  1. Doruklar, kişiyi diğer dorukla tehdit eden tehlikelerdir aynı zamanda.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şeytanla Savaşma Zorunluluğu

Yalnızlık Tiradı