BERSERK ANİMESİ - GUTS KARAKTER ANALİZİ



Guts...yürekteki ince sızı, güçlü olmaya lanetler yağdırtan savaşçı ve dâhi çocuksu ruh... Dolaysızlığın ete kemiğe bürünmüş büstü!.. Hikayesi baştan sona acıyla yoğrulmuş; hüzünlenmesine dâhi izin verilecek kadar acı tarafından müsaade edilmemiş, fırtınaların en fırtınalılarından her defasında ama sapasağlam, ama yarım yamalak çıkmanın parmakla gösterileni... En tanrı inancı dipdiri olan insana dâhi "Bu dünya neden bu kadar acıyla dolu ve bir insan neden bu kadar acıyla yüzleşebiliyor!.. ("?" değil,"!". Çünkü bu, esasında sorudan öte bir serzeniş ve sitemdir)" diye sordurtan bir hayat hikayesidir Guts'ın acıklı hikayesi... Karakterin ve yaşanılan onca acı olayın kurgu olması durumu bu acı serzenişin gerçekliğini hiçbir şekilde değiştiremez. Çünkü her ne kadar kurgu dâhi olsa da, mümkün kıyısı olan ve kuvvetle muhtemel daha evvel yaşanmış, şu an yaşanıyor, yahut da gelecekte yaşanılabilecek acılardandır Guts'ın acıları... İnsanı en çok kahreden şey tam da budur. Onu anlayabiliyor ve bundan dolayı üzülebiliyor olmamız dahi o acıların -her ne kadar bütünüyle aynı olmasa da- yaşamlarımızın belirli bir döneminde bize de değmiş ve ruhumuzda yanığa benzeyen bir iz bırakmış olmasındandır... 

Bana, 2019 yılının yaz aylarında okuduğum Kürk Mantolu Madonna kitabını bitirdiğimdekine benzer acı bir tat bıraktı Guts. Kürk Mantolu Madonna kitabını bitirdiğimde kendimden olduğum kadar varlığından emin olduğum tanrıya hayatımdaki en büyük isyanları bir manifesto vaveylasıyla haykırmıştım... -Tanrının benden ve o yakıcı sorularımdan köşe bucak kaçtığını düşünmüştüm.. Öyle olmalıydı; tanrının o çocuk saflığındaki sitemlerime verecek cevabı olmamalıydı, yüzü varsa kızarmalıydı, çekinmeliydi kendi eserinin yüzüne bakmaya!.. Aklımdaki bütün duvarların, bütün otoritelerin ve algıda gerçeklik maskesi ardındaki bütün kalıpların parçalanması, tarûmar ve dâhi yerle yeksan olması sanıyorum ki ilk defa o tarihte olmuştu.- İşte Guts'un bize hissettirdikleri de buna benzer bir sitem, doluluk ve memnuniyetsizliktir! Bundan ötürü, otoritelerin otoritesini bize sorgulattığından ötürü bilhassa Guts'a bir teşekkür dâhi borçluyuz! 

Yaşanılanlara gelecek olursak eğer:

Guts'ın acıyla, dünyanın karanlık, çirkin ve soğuk yanıyla tanışması dünyayla tanıştığı andan önce başlar; savaşın cereyan ettiği bir dönemin tam ortasında öldürülmüş ve cesedi bir ağaca bağlanmış bir kadının çocuğu olarak hayata gözlerini açar Guts.  Gözlerini önce ölüme, sonra hayata açmıştır... Şaşkındır; nerede olduğunu, anne şefkatinin serinletici hissini ve sıcaklığını, savaşın vahşetini ve hatta huzurlu bir yaşamın ne olduğunu dâhi anlayacak kapasitede değildir henüz. Mağarada doğmuş kurt yavruları dışarıdaki dünyanın varlığını keşfedene kadar nasıl ki bütün dünyayı içinde oldukları mağaradan ibaret olarak görüyorsa, Guts da aynı şekilde içinde doğduğu savaş meydanını hayatın tek gerçekliği olarak kabul eder ve benimser... Onun, bize göre inanılmaz derecede acı gelen durumları bu kadar sakin ve doğal karşılıyor olmasının nedeni, bunun doğal olduğunu düşünmesidir... Yani onca acıya rağmen dimdik duruyor olması, yaşadığı acıların vehametinden dâhi habersiz olmasındandır... Ne acı...onu bunca yaralayan şeylerin aynı zamanda bu kadar güçlü bir dirence sahip olmasını sağlaması gerçeği ne kadar da acı... Guts'ın yaşamı içimizi nasıl titretiyorsa, aynı derecede bizim acılarımızın da birilerinin içini titreceğinden zerre-î miskal şüphem yok...bizden daha iyi bir yaşam sürmüş ve acılara duyarsız kalamayan birilerine... 

Annesinin yarılmış rahminden şans eseri yara almadan düşer yere, kanlara boyanmış halde. Doğuşu, bir ölüme, annesinin ölümüne tanıklık etmekle başlar... Şans(!) eseri o esnada oradan geçen paralı askerler onu görür ve liderleri olan Gambino kampına götürür. Gambino henüz yeni doğmuş Guts'a sonsuz bir kin duyar içten içe. Çünkü o kadar güce sahip olmasına rağmen kendi çocuğu olmuyorken en çetin imkansızlıklara göğüs gerercesine doğmayı ve hayatta kalmayı başarmıştır Guts. Evrenin kendisiyle dalga geçmesi olarak görür onu Gambino... Ama karısı çocuk hasretinden ötürü o imkansızlıklara rağmen hayatta kalan Guts'ı kendi çocuğu gibi bağrına basar ve Gambino buna karşı çıkamaz... Üç yıl sonra karısı ölünce Gambino bunu Guts'ın uğursuzluğuna yorar ve ona daha fazla kin ve nefret besler.

 Paralı asker grubunun içinde büyüyen Guts'ın gördüğü tek şey ölüm, savaş, kan ve onu evlatlık edinen Gambino'nun nefretidir. Yani envai çeşit uğursuzluklar... Gambino Guts'ın savaşların içinde çabucak ölmesi için henüz çocuk yaşına rağmen her savaşta yanında götürür. Ama Guts inatla hayatta kalmaya çabalar ve bunu başarır.

Doğduğunuz andan itibaren gördüğünüz tek şeyin kan, ölüm ve nefret olduğunu düşünün... Neden sizden nefret ettiğini dâhi bilmediğiniz ama bu nefreti ortadan kaldırmak için gereğinden fazla çabaladığınızı, savaşlarda başarı sağladığınızda babanız olarak gördüğünüz kişinin onayını alacağınıza inandığınızı düşünün... O yaşam alanında başarı olarak görülen şeyin güçlü savaşçı olmak ve daha fazla adam öldürmek olduğunu ve sizin de çocukça bir masumiyet ile her şeyden çok sevdiğiniz, daha doğrusu her şeyden çok sizi kabullenmesini istediğiniz adama sıkı sıkıya bağlı olduğunuzu düşünün... Kendi boyunuzda bir kılıç kullanarak bedeninizin küçüklüğünü ortadan kaldırmaya çalıştığınızı, tek isteğinizin biraz sevgi, daha doğrusu, kabullenmek olduğunu... Ve bütün bunca çabaya rağmen henüz çocuk yaşınızda iken, her şeyden çok önemsediğiniz babanızın üç gümüş para için bedeninizi bir adama sattığını düşünün... Üç gümüş para karşılığında çirkin ve kaba bir adamın size tecavüz ettiğini ve sizin neye uğradığınızı dâhi anlamadığınızı... Bütün bunların baba figürü olarak gördüğünüz adamın onayını haketmediğiniz için bir ceza olduğunu ve bu cezayı hakettiğinizi sanıp, daha çok çabalamanız gerektiği düşüncesinde olduğunuzu düşünün...

Sanıyorum ki Guts'ın en büyük laneti yaşadığı zorlu hayat değildi; onca zorluğa ve acıya rağmen yıkılmasına izin vermeyen o ezici gücü idi en melun laneti... Guts'ın hayatını bir tragedyaya, kanlı bir trajediye çeviren en nadide şey, o sarsılmaz ve boyun eğmez gücü idi... Eğer direnci kırılır da pes edip ölüme teslim olsa idi hikayesi belki yine trajik olacaktı, ama tragedyavari olmayacaktı. Guts'ın hikayesinin bizlere değin ulaşmasının yegane nedeni, tragedyavari bir direniş gösterip her zorlu şarta rağmen hayatta kalmayı seçmesi ve bunu başarması idi... 

Bundan iki buçuk sene evvel "Hey lanet olasıca Tanrı! Neden beni bu kadar güçlü yaratmak zorundaydın?!."diye karalamıştım... Çoğu insanın kuduz köpek gibi peşinden koştuğu güç, bazan bu dünyadaki en büyük acıların kaynağı olabiliyor..."Leyla ile Mecnun" efsanesinde henüz doğmamış Mecnun'un kabile reisi olan babası bir oğula sahip olmak için her zaman kurbanlar keser, adaklar adar ve fakirler doyururdu. Bir gün kahyası ona şu manidar sözleri söylemişti: "Beyim, korkarım ki olmayanın derdi, olduğu zaman sizi altında bırakıp ezer..." Ne kadar da manidar ama... Öyle olmuştu; oğulsuzluktan dolayı için için dertlenen kabile reisi, oğlu olduktan ve Leyla'nın peşinde Mecnun olduktan sonra kan kusar hale geldi... Evrenin yıldız doğuramamasının acısı, doğurduğu yıldızın gözlerinin önünde kendi zirvesine ulaşamadan yavaş yavaş erir gibi sönüp gitmesinin verdiği acıya nazaran pek silik kalır... 

Yine bir savaşın içinde iken Gambino'nun tam bir düşman tarafından öldürülmek üzere iken Guts hayatını kurtarmıştı. Ama Gambino sakat olarak kalmıştı ve kendisini ölümden kurtarıp böyle zayıf bir duruma düşmesine sebep olan Guts'tan daha fazla nefret etmeye başlamıştı. Sanki Guts kendisine çektirdiği onca acının ve zayıflığının bedelini ona ödetmek için kurtarmıştı Gambino'yu. İnsanlar onunla dalga geçsin ve Guts'un başına gelenleri kendisi de yaşasın diye onu kurtardığını düşünüyordu. Ki kendi gözünde haklıydı da; onca acıdan sonra bir insanın intikam almayı istemesi kadar doğal bir şey olamazdı. Tâbi kaçırdığı bir şey vardı: Guts, henüz küçük bir çocuktu... Henüz kin duymanın ne olduğunu ve neden kin duyması gerektiğini anlayamayacak kadar saf ve küçük bir çocuktu..

Kendine yaşattığı onca acıya rağmen hayatını kurtardığı ve her hizmetini yerine getirdiği Gambino en sonunda bu aşağılamaya dayanamayıp Guts'ı öldürmeye çalıştı. Guts ne hata işlediğini dâhi anlayamayarak kendini korumaya çalışırken yanlışlıkla Gambino'yu öldürdü. Ve yıllarca beraber savaştığı askerler bir anda onu düşman belleyip onun peşinden gitmeye başladılar...

Guts'ın hayatının birinci perdesi hayatının en acılı dönemi oldu diyemiyorum. Diyemeyiz! Gelecekte çekeceği acıları bilseydi yaşamakta o kadar diretir miydi, buna da emin olamıyorum... Hayatta kalmaya kendini o kadar güdülemesi doğru muydu, bilemiyorum. Ama olan oldu ve askerlerden kaçıp hayatta kalmayı başardı(!) Guts...

Çocukluk yaşlarında her ne kadar salt acı görmüş olsa da en nihayetinde kılıç kullanmayı öğrenmiş olmak, ona hayatta kalma ve hayatın saldırılarına karşı kendini koruma ve hatta o saldırılara gözünü budaktan sakınmayıp saldırma kudreti verdi. Kendine tek bir amaç belirlemişti farkında olmadan; hayatta kalmak! Onun bu inatla ölüme meydan okurcasına savaşarak hayatta kalması, bir bakıma bu hayata karşı bir manîfesto, bir başkaldırı idi. Dünyaya "Senin karşında sapasağlam duruyorum!" diyordu Guts farkında bile olmadan. Yıllarca para karşılığında yapmayı bildiği en iyi şey olan savaşma ve adam öldürme yolunda ilerledi. Tek başınaydı, kimseyi yanında tutmuyor, kimseye güvenmiyor ve kimseye bağlanmıyordu hiçbir şekilde. Taa ki Grifith'le karşılaşana kadar... 


||. Bölüm

Yolda yürürken saldırıya uğradı. Kendini korumak için savaşırken Grifith'le karşılaştı ve ona yenildi. Böyle bir durumda en büyük mottosu hayatta kalmak olan Guts ölümü kabullenmekte de zorlanmadı. Yenilmişti ve hakettiği sonu, ölümü tadacaktı. Ama öyle olmadı; gözlerini açtığında yaraları sarılmış ve henüz yeni ölümüne savaştığı Caska'yı koynunda çırılçıplak bir şekilde görüp hayretler içerisinde kaldı. Caska, Guts'ın vücut ısısını koruması için Grifith'in ona bunu yapmasını emrettiğinde bir ilk oldu Guts'ın hayatında; hayatında ilk defa biri onu korumuş, hayatta kalmasını sağlamaya çalışmış, ona yardımcı olmuştu... 

Grifith'in takımına girdikten sonra üç yıl boyunca onun için savaştı. Aralarında bir dostluk kuruldu. Kimseye göstermediği kadar Grifith'e saygı gösteriyor, değer veriyordu. Bu dünyada ilk defa birini dostu olarak görüyordu. Grifith için yapmayacağı şey yoktu. 

Kralın kardeşini öldürmesi de dahil. Onu öldürürken yanlışlıkla oğlunu da öldürdü. Çocuk katili olmuştu. İradesi kırıldı ve hiç olmadığı kadar sarsıldı Guts.

Oradan kurtulduktan sonra Grifith'in yanına gittiğinde Grifith'in prensesle konuşmalarına tanık olmuştu... Guts asıl darbeyi o zaman yemiş, asıl yıkımı o zaman yaşamış ve kurt içini kemirmeye o zaman başlamıştı... 

Şimdi bir anlığına kendinizi Guts'ın yerine koyun; Hayatınızda ilk defa dost olarak gördüğünüz, sevip saydığınız, onu her şeyin önüne koyduğunuz bir insanla karşılaşmışsınız ve yıllarca onun için sayısız muharebeye girmiş, sayısız insan öldürmüş, sayısız defa ölümcül yaralar almışsınız. Üç yıllık bir süreden sonra sizi gizli bir suikaste gönderiyor ve siz orada kazara da olsa küçük bir çocuğun katili olup hayatınızın en büyük şokunu yaşıyorsunuz ve henüz bunu atlatamamışsınız... Küçük bir çocuğun babasına sığındığı gibi bir an önce tek dostunuz, tek yakınınız bildiğiniz o insana sığınmaya gidiyorsunuz. Gözünüz hiçbir şeyi görmüyor, hiçbir şeyi umursamıyorsunuz. O an yalnızca aklınızda bütün acizliğinizle o tek dostunuza sığınmak, ondan teselli almak geçiyor. Nerede ve kiminle olduğunun sizin için en ufak bir ehemmiyeti yok... Oraya ulaştığınızda Grifith ile Prenses'i dışarıda sohbet ederken görüyorsunuz, ama kendinizi öyle kaybetmişsiniz ki direkt onlara doğru yürümeye başlıyorsunuz. Tam o esnada silah arkadaşınız olan Casca sizi kolunuzdan tutuyor ve size "Dur! Karşısına bu kılıkla mı çıkacaksın? Onu küçük düşürme. Onunla bir işin varsa konuşmalarının sona ermesini bekle."diyerek sizi durduruyor ve kazağının kolunu yırtarak kolunuzdaki ok yarasını sarıyor.

Kendinizi ikinci sınıf insan kategorisinde hissedersiniz, değil mi? Sanki Grifith ve Prenses sizden üst sınıfta adilzadeler de siz de Martin Eden gibi ikinci sınıf bir insansınız. O aşağılık kompleksini iliklerinize kadar hissetmeniz için Jack London'un Martin Eden kitabından bir paragraf alıntılayacağım:

"O gece odasına döndüğünde, aynada kendi kendine, Martin Eden, sen kimsin? diye sordu. Kendine merakla uzun uzun baktı. Kimsin sen? Nesin? Nereye aitsin? Aslında, Lizzie Connolly gibi kızlara aitsin. Sen ırgat gibi çalışan grubun mensubusun; senin yerin alçak, kaba ve çirkin olan her şey. Pis kokulu öküzlerin, ağır işçilerin yanına aitsin. Al işte çürük sebzeler burada. Patatesler çürüyor. Kokla onları, Tanrı'nın cezası, kokla. Bir de kalkmış, kitapları açmaya, müzik dinlemeye, estetik tablolardan zevk almayı öğrenmeye, iyi konuşmaya, ait olduğun sınıfın hiç düşünmediklerini düşünmeye, kendini öküzlerden, Lizzie Connolly gibilerinden koparıp, milyonlarca kilometre uzaktaki yıldızlarda yaşayan solgun, ruh gibi bir kadını sevmeye cüret ediyorsun! Sen kimsin ki, etin budun ne senin? Tanrı'nın cezası! Bu işi kıvıracak mısın, göreceğiz."

Nasıl, hissedebildiniz o aşağılanmışlık dürtüsünü, değil mi? Eğer iliklerinize kadar Guts'ın kendini nasıl hissettiğini anladıysanız Grifith ile Prenses arasında geçen konuşmaların Guts üzerinde normale kıyasla nasıl büyük bir tesir yaratacağını tahmin edebilirsiniz artık. O mevzu bahis diyaloğun can alıcı kısmını olduğu gibi naklediyorum:

- Grifith: "Bazıları için öyle şeyler vardır ki, aşktan ve şovalyelik onurundan daha önemlidir: Yalnızca kendiniz için tasarlayıp geliştirdiğiniz bir hayal. Erkekler, herhangi bir toplumsal ayrımın kısıtlayamadığı düşlerin büyüsüne kapılırlar. Bu rüya onlara destek olur. Acı çekmelerine ve içlerinde yepyeni bir hayatın filizlenmesine neden olur. Ayrıca onları canlarından eder. Bu gayeden caysalar dâhi, kalplerinde için için yanmaya devam eder. Her erkek hayatında en az bir kere hayal kurmuştur. Kendileri Tanrı için feda edip rüyalarının gerçek olmasını düşlerler. Diğerleri ise hayata geldikleri bu dünyada zar zor geçinip giderler. Böyle bir yaşama katlanamam."

- Prenses: "Dostlarınız sizi bu karizmanızdan ötürü izliyor olmalı."

- Grifith: "Birlikte nice ölüme meydan okuduğum biricik silah arkadaşlarım hepsi. Yine de onlara dost demezdim. Dostlar, başkalarının hayallerine bağlı kalmazlar. Kendi arzuları için yaşarlar. O düşe karşı çıkılacak olur ise, varlarını yoklarını ortaya koyup buna direnirler. Karşı çıkan ben olsam dâhi. Bence dostlar eşit bir zeminde bir araya gelmelidir."

Guts bunları duyunca alnından vurulmuşa döndü. Yıllarca özenle ve bütün gücüyle kurduğu binayı bir kasırga silip süpürmüş gibi oracıkta kalakaldı... O ana kadar hiç aklından dâhi geçirmemişti bunu. Böyle bir ihtimali göz önünde bulundurmamıştı hiç. Kendini en zayıf, en çaresiz hissettiği anda sığınabileceği tek liman olan biricik dostu, kendisini dengi ve dostu olarak görmediğini, yalnızca hayalini takip eden bir ikinci sınıf asker, bir ayak takımı, bir piyon olduğunu söylüyordu. Ve onun dengi olması için gerekirse Grifith'i karşısına almak pahasına da olsa kendi yolundan gitmesi gerektiğini, kendi hayaline tutunması gerektiğini söylüyordu. Her şey çok berrak, çok açıktı. Yanlış anlaşılacak tek bir nokta dâhi yoktu. Geriye kalan tek şey, cesaret edip o adımı atmaktı. Eğer başka bir zaman bunları duysaydı belki bu kadar tesir sahibi olmazdı bu sözler; ama kör talih, Guts'ı en zayıf, en çaresiz, en saldırıya açık anda yakalamıştı ve duymasını sağlamıştı bu zehirli bir hançer gibi olan cümleleri...

Aradan kısa zaman geçtikten ve Şahin takımı bir asırdır elde edilemeyen kaleyi ele geçirmeyi başardıktan sonra Guts için artık sorun kalmamıştı. Takımını yarı yolda bırakmış olmuyordu artık; geriye kalan tek şey, kendi yolunu ve hayalini yaratmak ve Grifith'e layık ve denk bir dost olmaktı. Her şey olması gerektiği gibiydi...

Çantasını alıp takımdan sessizce ayrılırken Grifith, Casca ve diğerlerini gördü. Onun için son sınama noktası orasıydı, güçlü durması gereken son andı orası.. Öyle de yaptı; arkadaşlarının ısrarlarını dinlemedi, Caska'ya kulak asmadı ve yürümeye devam etti... Tam o anda Grifith'i karşısında buldu. O anda kulağında biricik dostunun o sözleri yankılandı: "Dostlar, başkalarının hayallerine bağlı kalmazlar. Kendi arzuları için yaşarlar. O düşe karşı çıkılacak olur ise, varlarını yoklarını ortaya koyup buna direnirler. Karşı çıkan ben olsam dâhi..." Öyle de yaptı. Biricik dostuyla yine o biricik dostu için çarpıştı ve tek darbede Grifith'in kılıcını kırıp kazandı. Grifith yere çökmüş haldeyken çantasını sırtına geri alıp arkasına dâhi bakmadan yoluna devam etti... 

Aradan bir yıl geçmişti. Kendini bulmak ve dostuna denk olmak maksadıyla hayalini oluşturmak için oradan oraya seyahat ediyordu ve kendi takımı hakkında tek bir bilgi dâhi duymamıştı henüz... Takımının başına neler geldiğinden habersiz, çok iyi durumda olduklarını düşünerek seyahat ederken acı gerçeği öğrendi; takımı dağılmış ve Grifith yakalanmıştı... Ve bu olay, gittiğinin hemen ertesi gününde olmuştu!

Kendini çok fazla suçlamadı, bütün bunların kendisi yüzünden yaşandığını aklından dâhi geçirmedi. O yanlış bir şey yapmamıştı çünkü, bu dünyada değer verdiği tek dostuna layık olmak için yine dostunun gösterdiği yolda ilerledi. Bütün bunlar şans eseri olmuştu ona göre. Yalnızca şans eseri bir günle kaçırmıştı...

Grifith'i kurtarmak zorundaydı. Her şeyden önce en yakın dostu olduğu için, daha sonra da yaptığı onca şeyin boşa gitmemesi için kurtarmak zorundaydı Grifith'i. Bilakis özünde bu, kendi hayalini bulma ve kendi hayali için savaşma düşüncesinin onun için hiçbir önemi yoktu. Çok materyalist bir insandı Guts; ve böyle romantik şeylere önem vermek için hiç vakti olmamıştı. O, kendinden memnundu. Bu dünyada en değer verdiği insana rağmen böyle bir yola girmesinin en büyük nedeni yine en değer verdiği o insandı... Dostuna layık olmak içindi bunca hengame... 

O arada Casca ile yakınlaşıp birlikte oldular. Hayatında ilk defa bir kadına dokunmuştu; bir kadını sevmişti... İlk defa bir kadının sıcaklığını ruhunda duymuştu. 

Plan yapıp gizlice Grifith'in tutulduğu yere gittiler. İşkence odasına girdiklerinde Grifith'in o içler acısı haliyle karşılaşması Guts'ı yıkmıştı... En değer verdiği insanın ufak bir kemik yığınına dönüşmüş olduğunu görmesi onu darmadağın etti... Ve belki de hayatında ilk defa hüngür hüngür ağladı Grifith'in önünde. Güçlü olmak ve yıkılmamak için her zaman çelik gibi bir iradeye sahip olan, asla duygularını ortaya çıkarmayan Guts, Grifith'i o halde görünce bütün direncini yitirdi ve çocuk gibi Grifith'e sarılıp ağlamaya başladı... Artık insan gibi bile görünmüyordu Grifith; el ve bacaklarındaki tendonları kesilmiş, dili ve erkekliği koparılmış, derisi yer yer soyulmuş; bir deri bir kemik kalmıştı... 

İşkenceci adam kapıyı onların üzerine kilitleyip Grifith'le dalga geçince bütün kontrolünü kaybedip kapıyı parçalayarak vahşice katletti onu. Daha sonra da önüne çıkan herkesi tek tek kılıçtan geçire geçire kaçmalarını sağladı. Ne yapacağını bilmiyordu, tutunduğu her şey başına yıkılmış gibi çaresizdi.

Ne yapacaklarını düşünüyorlarken aniden Grifith'in içinde olduğu arabanın hızla hareket etmeye başladığını gördü. Hemen bir ata atlayıp Grifith'in peşinden gitmeye başladı. Yetiştiğinde arabanın takla attığını ve Grifith'in de göle düştüğünüzde gördü. Attan atlayıp Grifith'e doğru var gücüyle koşmaya başladı...

O lanetli olay; Tutulma...

Neye uğradığını şaşırmıştı Guts. Her şey allak bullak olmuştu. Çevresinde yığınla canavar vardı ve bir kan gülünün içindeydi. Dikkatli bakınca o kan gölünde kendi dostlarının ceset parçalarını gördü; içinde yüzdüğü, kendi dostlarının kanıydı... Yıllarca beraber savaştığı dostlarının hepsi vahşice parçalanarak öldürülmüştü... Bütün gücüyle pes etmeden canavarlarla savaşıp hayatta kalmaya çalışırken bir anda karşısında Femto'yu, yani yeniden doğan Grifith'i gördü. İçinden şüpheyle dolu bir sevinç geçirdi. Neler olduğu hakkında tek bir fikri bile yoktu...

Ve sonra o vahşi sahneyi gördü... Femto, çırılçıplak kalmış Casca'yı yanına almış ve Guts'ın gözlerinin içine bakarak Casca'nın göğüslerini ve vajinasını okşuyordu...gözlerinin önünde Caska'ya tecavüz etmeye başlamıştı... Guts için belki de bu dünyada bundan daha korkunç bir sahne olamazdı... Hayatınızda ilk defa bir kadını sevdiğinizi ve en yakın dostunuzun, her şeyden çok sevdiğiniz insanın gözlerinizin içine baka baka o sevdiğiniz kadına tecavüz ettiğini tahayyül edin yalnızca... Edemezsiniz, aklınız bu görüntüyü bir türlü oluşturamaz, gerçek dışı olarak algılarsınız bunu... İnsanı her şeyden ve herkesten soğutur, sorgulatır ve nefrete boğar... Kendi içindeki küçük çocuğun katledilmesidir bu bir nevi. İçinizdeki dünyaya karşı bir incelik taşıyan o küçük çocuğa tecavüz edilmiş gibi, kirletilmiş gibi hissettirir...

Güçlü insanların en büyük zaafı, aciz hissettirilmeleridir. Güçlü bir ruha, bir bedene sahip birini savaş esnasında öldürseniz dâhi onun ruhunu kuramazsınız. Çünkü o, enaniyetine tutunup kendi gücünün sınırının bu kadar olduğunu kabul eder bunu olgunca kabullenir; ancak Grifith'in yaptığı bundan çok daha ölümcüldü... Guts'ın bizatihi ruhunu katletti Grifith. Onun direncini parçaladı, iradesini tozla buz etti... 

Guts öyle bir kilitlenmişti ki Grifith'e, gözü hiçbir şey görmüyordu. Canavarlar gözünü kör ettiği zaman bile umursamadı, Grifith'e ulaşmaya çalıştı. Canavarlardan biri Guts'ın kolunu ısırınca bile umursamadı acısını ve kılıcıyla canavarın ağzına vurmaya başladı. Ama canavarın ağzını açtıramadı ve kılıcı kırıldı. 

İçindeki öfke öyle bir noktaya varmıştı, öylr yutmuştu ki Guts'ı, kelimenin tam anlamıyla öfkenin vecdine kapılmıştı. Onun yerinde zayıf biri olsaydı acizliğini kabul edip acıyla haykırırdı; ama Guts güçle lanetliydi...öfkesine tutundu. Aklını kaçırmasını, delirmesini engelleyen tek şey olan öfkesine tutundu Guts... Öfkesi hala ayakta kalmasını sağlıyordu.

Kırılan kılıcının kör ucuyla kendi kolunu kesmeye başladı. Eğer kılıcı kırılmamış olsaydı ve keskin tarafıyla kesseydi daha acısız ve çabuk olurdu; ama Guts, kör bir kılıçla defalarca vura vura kendi kolunu bedeninden kopardı... Öfkenin, acının ve vecdin vücut bulmuş hali idi adeta...

Tutulmadan kurtulduktan sonra da işle yolunda gitmedi pek. O karanlık gecenin ardından aydınlık bir gün doğmadı; hep o gecede kaldı Guts... Vücuduna vurulmuş damga yüzünden her gece, her allahın gecesi canavarlarla savaştı, bir defa olsun durup dinlenmedi, bir defa olsun tebessüm bile etmedi, bir defa olsun rahat bir nefes almadı...

Mutluluğun ne olduğunu hiç öğrenmedi. Güzel bir yaşamın neye benzediğini hiç bilmedi. Dünyanın güzel yanına hiç şahit olmadı; hep karanlık tarafında yaşadı hayatın, hep acıların göletinde kanla yıkandı... Guts'ın laneti gücüydü... Sadece güçlü olduğu için o kadar acıya maruz kaldı.

Ama bize verdiği çok güzel bir mesaj da var Guts'ın hikayesinin. Belki de bu hikayeden alınabilecek en güzel derstir de bu mesaj:

Her ne kadar acıyla yoğrulmuş, yalnızca karanlıkla yüzleşmiş olsa da asla karakterinden ödün vermedi Guts, asla pes etmedi, asla diz çökmedi. Yediği her darbeden sonra tekrar tekrar ayağa kalktı ve savaşmaya devam etti... Guts'a baktığınızda içinize bir güven duygusu doluşmaya başlar, bir emniyet, bir eminlik oluşur; bunun nedeni, Guts'ın sarsılmaz direnişidir. Her ne olursa olsun asla pes etmeyecek olmasını sağlayan kırılmaz iradesidir insana o güveni veren... 

Asla kimseye ihanet etmemesi, asla kötü bir insan olmayı seçmemesi bize bir mesaj verir aynı zamanda; çok manidar bir mesaj verir bize: "ne yaşamış olursanız olun, yine de dimdik durabilirsiniz, kendinizi kaybetmeyebilirsiniz. Çirkinleşmemeyi başarabilirsiniz. Sırf güzel bir yaşam yaşamamış veya çok acılar çekmiş olmanız, sizin kendinizi kaybetmeniz, pes etmeniz ve hatta kötü bir insana dönüşmeniz için yeterli bir sebep değildir! Değmez, her ne olursa olsun, masumiyetinizi kaybetmenize değmez..." der Guts'ın hikayesi... 

Bunca acıya, ihanete ve ölüme rağmen asla yıkılmayan, asla pes etmeyen Guts, aynı zamanda bizlere de cesaret verir, her şeye rağmen güçlü durmanın, kendimizi yitirmemenin, irademizi korumanın mümkün olduğunu hatırlatır bizlere...

En çok da bize verdiği bu manidar nasihatlerden ötürü Guts'a kucak dolusu, içten ve samimiyetle dolu minnetimi ve teşekkürlerimi sunuyorum... O hiç bilmese de ben onu yakın bir dostum olarak görüyorum. Onu seviyorum, ona bütün sevgimle nazar ediyorum ve yaşadığım müddetçe Guts'ı da yüreğimde yaşatacağımın sözünü veriyorum...

Her şey için teşekkürler yitik ruh, Guts... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şeytanla Savaşma Zorunluluğu

Yalnızlık Tiradı

SIÇMANIN FELSEFESI