Yol..

 Yol, yürüdü...yol, yürüdü ama yürümek nedir bilmedi... Ne adımların hatırasını taşıdı üzerinde, ne büyük büyük, kocaman adamların topuklarının çukuru vardı sırtında! Ne tatlı mı tatlı küçük masûm çocuklar kendilerine oyunlarını oynamak için çizgiler serdi ensesine.. Ne ayrılıklar, acı ve gözyaşları ile sulayıp dağladılar onu ...


Ama yol, umutsuz, bezgin, yorgun, bitap düşmüş, mecali kalmayacak denli bitkin ve yüzünde yüzmilyonlarca yaşanmışlığın derin hüznü ile yürümesine devam etti.. Umutluydu belki de, belki sırf can sıkıntısından, ya da belki umutlarının gözlerinin seyrinde katledişine ve ona daha fazla azap çektirmesine dur demek içindi yürüyüşü... Ama yol, yürüyordu...


Ondan gayrı kimse bilemez idi sebebini ayaksız adımlarının... O, her kesin tüm kessizliklerine rağmen yürümelerinin sebebini biliyordu, ancak kimse ona akıl erdiremiyordu, erdiremezdi! Yol yalnızdı zaten hem. Çok yalnızdı hem de... Herkesten daha çok insan gördü, tanıdı; ama kimse onu tanıyamadı, tanımak bir yana dura; göremediler bile o hassas ruhu..


Yol kırgındı belki de... O kadar anlatacak hikayesi olmasına rağmen, bir kişinin dâhi eğilip ondan bir hikaye dinlemediği için kırgındı. Kimse dinlemedi yoldan hikayeler, kimse kulak kabartmadı ona... Gelen ve geçen ve geçtikten sonra gelip geçtiğini dâhi unutan herkes, sadece bir kaç dirhem hikayesini bıraktı...ve bunu da Yol'u düşündüğü için yapmadılar; o kadar dolmuşlardı ki kendileriyle o koca cüsseli cüceler, zapt edemiyor, oraya buraya taşırıyorlardı büyüklük ve dâhi önemliliklerini!..


Yol yürüyordu hâlâ... Sallana sallana, ağır ağır, bir ayağı çukurdaymış gibi...öyle hevessiz, öyle anlamsız, öyle boş; öyle umudunun kanadı kırık, öyle güzelliği aramaktan yorgun...ve öyle vazgeçmiş bir hâlde yürüyordu yol...


Çok kırılmıştı yol belki de... Kulsuz bir tanrıdan daha fazla yalnızdı; hatta kapatılmış, artık bedevi, dahası canlı geçmeyen yollardan bile daha ıssızdı belki de yol.. Doğru ya, yanında kimse yokken yalnız hissetmiyordu kendini... Yanında dağ gibi kendisi olur, başkasının sohbetine muhtaç hissetmeyecek kadar iyi anlaşırdı ne de olsa kendiyle... Ama bi an bir başkasının silüeti görünse, bi karaltı oluşsa, beşerîyetin içinde ışıklar patlayıveriyor birden... Bir umut yeşerir arsızca... Arsızca dedim; çünkü umudun adı kent olsa idi defalarca viran olmuştu, gül olsa idi defalarca solmuş, ağaç olsa idi kaç sonbahar döktürmüştü yapraklarını da çırılçıplak bırakmış olurdu... Ama umut olmuş işte adı! Ne kadar da davetkar ve ihtişamlı, göz kamaştıran bir isim ama!


Yol hâlâ yürüyordu... Çok insan geçmişti üzerinden, ondan olacak herhal... Adı üstünde; "Geçmişti"! Kimse kalmamıştı yolda... O da geçti en sonunda kendinden... Başka neyden olacak ki hem...  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şeytanla Savaşma Zorunluluğu

Yalnızlık Tiradı

SIÇMANIN FELSEFESI