"TEMBELLİĞİN HAKKI - PAUL LAFARGUE" (Kitap İncelemesi)
"Tembellik Hakkı" kitabında Paul Lafargue uygarlıkların, toplumların huzursuzluğunun büyük bir sebebinin insanların aşırı yoğun iş hayatlarından kaynaklandığını belirtiyor. İnsanlar günün 12\15\17 saatini çalışmaya ayırdıkları vakit geriye düşünecekleri, dinleneceklerini ve insan ilişkilerini geliştirecekleri zamanları kalmayacak. Bu durumda insanlar, insan olmanın anlamının sadece çalışmak, çalışmak ve çalışmak olduğunu düşünecek ve bir yerden sonra insanlığını unutup bir robot gibi hareket edecek ve kendi ruhunun derinliğinin farkına hiç varmayacaklardır. Dünyanın, tamamen çalışmak üzerine kurulu olduğunu düşünecek ve asla iç huzurlarına eremeyeceklerdir. T.S. Eliot'a göre boş zaman "kültürün temelini" oluşturur. Yani insanların boş zamanlarının olmaması demek, ortaya kültürsüz bir toplum çıkması demektir. Tıpkı bir bilgisayarın işlemcisi gibi sadece çalışan, düşünemeyen ve varoluşu irdeleyemeyen; hayatı, yemek, içmek ve çalışmaktan ibaret sanan bir toplum ortaya çıkacaktır. Ve tahmin edilir ki bu, yozlaşmış ve hiçbir kültürel, geleneksel hareketi olmayan bir toplum demek olur. Bu toplumdaki bireyler, "birey" olamamış insanlar olarak hayatlarını ölecekleri vakte kadar ikame ederler.
Lafargue, çalışmaya değil, insanı insanlıktan çıkaran aşırı çalışmaya karşı savaşıyordu. Ona göre, 19. yüzyıldan beri işçi sınıfının başına bela olan şey "aşırı çalışma"ydı. Bu tempo, işçileri her türlü düşünsel yozlaşmaya, organik rahatsızlıklara götürüyordu. Bu yalnızca bir kötülük değil, aynı zamanda delilikti. İşte Lafargue, işçileri, bellerini büken bu delilikten kurtarmaya çalışıyordu.
En büyük ve insancıl çalışma düşünmektir. Bu bizim insan olduğumuzun ispatıdır. Eğer düşünen varlıklar olmasaydık hayvan topluluklarından biri olarak hayata gelir ve yine o şekilde giderdik. Bizi hayvanlardan ayıran yegâne özellik, düşünebilmektir. Ancak aşırı çalışma dediğimiz şey, insana ne düşünecek zaman, ne de düşünecek enerji bıraktırmaktır. Suç ve Ceza kitabından bir diyalogta şu konuşma geçer;
"-Neden hiç çalışmıyorsun?
-Çalışıyorum
-Ne yapıyorsun?
-Düşünüyorum"
Vw Descartesin de dediği gibi; "Düşünüyorum, o halde varım." Bunlar insanın insan olmasının kanıtları ve en önemli işin düşünmek olduğunu ortaya çıkaran aforizmalardır.
Anglikan Kilisesi rahibi Townshend, Hıristiyan hoşgörüsü adına şunları söylüyor boyuna: "Çalışın, gece gündüz demeden çalışın! Çalışarak yoksulluğunuzu artırırsınız; sizin yoksulluğunuz da, yasa gücüyle sizleri zorla çalıştırmaktan kurtarır bizi. Yasa zoruyla çalışmak çok sıkıntı verir, çok zorlanma
gerektirir, çok gürültü patırtıya yol açar. Açlıksa, tam tersine, gürültüsüz, sessiz sürekli bir baskı değildir yalnızca, çalışma ve uğraşın en doğal dürtüsü olarak, en etkili çabalara da yol açar aynı zamanda." Burada sözü edilen şey, bir insana bir işi zorla yaptırmanın zor olduğu, ancak bunu kendi isteğiyle yapıyormuş gibi zihnine ikte ettiğinde bunun daha mümkün olabileceğini gösteriyor.
Kapitalist sistem insana daha çok alışveriş yaptıracak şekilde ürünler ortaya koyar, yani ömrü uzun olmayan ve devamlı yenisi alınması gereken ürünler. İnsanların devamlı ellerindekileri değiştirme yoluyla üretilen o yüz milyonlarca ürünün satışını sağlayıp insanların çalışmalarını sağlamaya çaba gösteren bir sistem. Devamlı süregiden bir döngü söz konusudur. Ve bu, gereğinden fazla ürün kullanımına götürür insanı. Fabrikalar işçilerine o kadar saat çalışmalarının karşılığı olarak verdikleri cüzî miktardaki ücreti (başka müşteri bulmakta zorlandıklarından dolayı) kendilerinin ürettiği malları kendi çalışanlarına satarak fazlasıyla geri alıyorlar. İşçiler ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar yine de en sonunda ellerinde hiç bir şey kalmadığını gördüklerinden dolayı daha da fazla çalışmak zorunda kalır bu durumda. Bunun sonucunda fabrikatörler ve iş sahipleri işçilerin peşinden koşmak yerine, işçiler onların peşinden (hakları olan ücretin çok daha azı için) koşarlar ve her zaman sonunda yine elleri boş olarak kalırlar.
"Kentsoylu, üretmeyen ve alabildiğine tüketen iki katlı toplumsal görevini yerine getirmek için, yalnızca, kendi halindeki zevklerini dürtülemek, kendini aşırı lükse, alabildiğine bıkkınlığa ve frengili cümbüşlere teslim etmek, aynı zamanda kendine yardım sağlamak amacıyla, büyük bir insan kalabalığını üretici işlerden uzak tutmak zorunda kalmıştır. Demek, işçi sınıfı kemerlerini sıkarak, aşırı tüketime yazgılı kentsoyluların göbeğini alabildiğine şişirmiştir." denilebilir.
Kentsoylu kesimin işçi sınıfına ihtiyacı vardır ve işçi sınıfının "işçi sınıfı" olarak kalmasının sebebi de kentsoylu kesimin olmasıdır. Yani aralarında kopmaz bir bağ vardır. En düzgün toplum yapısı, kentsoylu ve işçi sınıfı arasında ki düzey farkının en az olduğu toplumdur. Eğer bir toplum bunun aksini gösteriyorsa, o toplumda kapitalist sistem çok köklü bir yerleşim yapmış denilebilir.
Tecrübeyle sabit olduğu gibi bir çok toplumda, bir çok iş bölümü yılın belirli bir sezonunda tam olarak çalışırken diğer kısmında iş bulamadığından biriktirdikleri paraları o çalışılmayan zamanda tamamen tüketip, hatta borç para bile alıp yeniden ve daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar. Lafargue bunun çözümü olarak yılın belirli zaman aralığında günde 12 saat çalışmak yerine o işi yılın 12 ayına günde 5-6 saat çalışmak üzere yayılması olduğunu öne sürüyor.
Yazımı Lafargue'nin şu sözleri ile bitirmek istiyorum; "İşçiler anlamayacaklar mı ki, aşırı ölçüde çalışarak, kendilerinin ve çoluk çocuklarının gücünü tüketmekteler; tükene tükene vaktinden önce hiç çalışamaz olacaklar; bir tek sapkınlığa kendilerini kaptıra kaptıra aptallaşıp, artık birer insan taslağına dönüşecekler; o kudurgan çalışma çılgınlıklarını ha babam ha ayakta tutmak için, kendilerindeki bütün yetileri öldürecekler."
.
.
.
.
TEMBELLİK HAKKI: Bu kitapta Paul Lafargue daha iyi ve huzurlu bir toplum için bir yol öne sürüyor; insanlar daha az çalışır ve daha çok istirahat ederse içlerindeki huzurlarının ve bedensel sağlıklarının artacağını öne sürüyor. Bunu da teoriler üzerinden gitmekten ziyade daha önce deneyimlenmiş toplumsal ve bilimsel kanıtlar öne sürerek yapıyor. Onu haksız çıkarmak pek mümkün değildir, zira kapitalist sistemin prangası altında olan toplumların akıbeti bizim tarafımızdan bakıldığında müşahede edilebilir ve haklılığı kabullenebilir.
Ancak gelin görün ki bazı konularda sorunlar ayuka çıkmalarına rağmen çözümler net olarak bildirilmemiş ve bundan dolayı insanların aklına soru işaretleri gelebilir; misalen insanların günde 3 saat çalışmaları gerektiğini öne sürüyor. Ancak bu durum üretimde tahmin edilebilir ki düşüş yaratabilir. Tamam, İngiltere işçilerin günlük çalışma saatini 10 saat'e indirgeyince 12 saat boyunca çalışan diğer ülkenin sağladığı verimden fazlasını sağlamış oldu ancak bu optimum saatin 3 saat olduğu anlamına gelmiyor? Belki 10 (yahut bir iki saat daha az da olabilir) mesai saati çalışmadan alınabilecek optimum verimli saattir. Tecrübe etmeden yargıda bulunmak sanırım mümkünsüzdür. Ayrıca çalışma saatleri günlük 3 saate indirgendi diyelim, bu sefer de insanların boş vakitlerini nasıl değerlendirecekleri tartışılmaya açık bir hâle gelir. Lafargue yapılması gerekenin yan gelip yatmak olduğunu öne sürse de bir insan yapısının buna adapte olacağı, en azından aradan bir kaç yıl geçmeden adapte olacağı kesin değildir. Ki her insanın yapısınında farklılık gösterdiğini hatırlatmak isterim; bazı kimseler için yan gelip yatmak bir hayat felsefesi olarak benimsenebilse de diğer bazıları için imkansızla eşdeğerdir. Bunun çözümü olarak yapılması gerekenin, bizzat devlet tarafından toplumun her kesimine hitap edilecek şekilde sosyal faaliyetlerde bulunması ve bunların üzerinde tam denetleme yapması gerekir diye düşünüyorum. Spor, sanat, edebiyat, sosyoloji, felsefe, şiir vb. kulüpler yahut sosyal alanları oluşturularak insanların kendilerini tamamen tembelliğe teslim etmeleri engellenmiş olup toplumun kültür ve refah düzeyinin artması konusunda farkındalık yaratılabilir. İnsanların birbirleriyle iletişim halinde olmaları sağlanarak toplumda birlik sağlanması daha olası olur. Ayrıca bunun dışında diplomasız eğitim verilme durumunun da göz önünde bulundurulmasını tavsiye edebilirim.
Bütün bu söylediklerimiz ne kadar güzel olsa da kentsoylu kesimin bu ve benzeri gelişmelerin önündeki en büyük engel olacaklarından şüphemiz yoktur elbet. Zira bu durum işçi sınıfı ile kentsoylu sınıfının refah düzeylerinin birbirlerine yakın olması demektir, yani kentsoylu sınıfının refahının düşüş yaşaması. Ki hem bu durumu sağlayabilecek, hem de buna engel olabilecek en etken kuvvetin yine kentsoylu sınıfın bizzat kendisi olduğunu düşünüyorum. Onlarla belirli bir mutabakata varılırsa sayın Lafargue'nin dediklerinin yapılabilir ve insanlığın refah ve sağlık düzeyinin arttırılabileceğinden şüphemiz yoktur..
- İbrahim Halil YEŞILPINAR (Ossan)
Yorumlar
Yorum Gönder