BERSERK ANIMESI - GRİFİTH ANALİZ





Grifith, Guts gibi yitik bir ruhtur esasında. Hatta çok daha yitik... Benim gördüğüm Grifith, yeniden doğduğu güne kadar olan Grifith'tir. -Hoş, zaten ondan sonra da hep o Grifith olarak kalmaya devam etti. Yalnızca artık kendini tamamen kapattı herkese ve her şeye.- Yani doğuştan gelen bir şansı yok benim tanıdığım Grifith'in. Ulaştığı noktaya tırnaklarıyla kazıya kazıya gelmiş bir insan, dahası çocuktur. Kendine amaçsızlıktan delirmiş, ömrü boyunca "Neden doğdum, kimim ben? Varoluşumu anlamak istiyorum!" diyen biri. Yani Guts gibi tek amacı hayatta kalmak, ölmemek değil. Onu Guts'tan ayıran, daha öteye taşıyan esas nokta budur. 

İçine doğduğu dünya vahşetle, ölümlerle, adaletsizliklerle dolu bir dünya. Ve o, bu dünya düzenine uymayı kabullenmeyecek kadar asil ve isyankar bir ruhtur!.. O zaman ki dünyanın en alt tabakasında doğmuş bir insan. En aşağılık, en zayıf olarak kabul edilen tabakadan çıkmış biri. Ama o, bu yazgıya boyun eğmeyi reddetti. Kendine dayatılan bu gerçekliği kabullenmedi. Ve tamamen kendi çabasıyla, kendi tırnaklarıyla kazıyarak en üste kadar yükseldi..

Grifith'in bir diğer yanı ise yalnızlığı... Guts'la tanışana kadar hiçkimseye kendi düşüncelerini, ideallerini ve duygularını anlatmadı bile... Guts'a "Ben neden varım? Bu dünyaya neden geldiğimi öğrenmek istiyorum! Sadece alalade bir hayat yaşayıp ölmek istemiyorum ben, buna karşı çıkıyorum..." dedikten hemen sonra "Tuhaf, ilk defa bir insana gerçek düşüncelerimi anlatıyorum." diye hayret edecek kadar yalnız bir ruhtur... Çevresinde onu seven, ona saygı duyan, onun için canını bile ortaya koyacak olan yüzlerce binlerce insan olmasına rağmen onu anlayan ve tanıyan tek biri yoktu. Askerlerinin hepsi ona alttan bakıyordu; onu tanrı, seçilmiş kişi veya tanrı olarak görüyordu. Yani başka bir deyişle onun gerçekliğini, ruhunu görmüyordu. Buna Casca da dahil.

Ancak Guts, ona eşit seviyeden bakabilecek yetkinlikteki tek insandı. Bu dünyadaki tek gerçek dostu... Onun için Guts'a bu kadar değer veriyordu. Guts onu bırakıp gittiğinde yıllarca ne çabayla kurduğu her şeyini (buna amacı için bedenini bir lorda satması da dahil) ve her şeyini yatırdığı amacını dâhi gözden çıkarmasına, umursamamasına neden olacak denli kendini kaybedecek kadar yıkılacağı kadar değer veriyordu ona. Yani her şeyinin önünde tutuyordu Guts'ı. Neden? Çünkü Guts, onu anlayabilen ve gerçek ruhunu görebilen tek insandı... Onun için bu kadar kıymetli birinin hiç umursamadan onu bırakıp kendi yoluna gitmesi darmadağın etti Grifith'i. Olmamalıydı, tek gerçek dostu onu bu kadar basit bir şekilde bırakmamalıydı, bırakamamalıydı!.. Bunu kabullenmek cehennem azabı gibi geldi Grifith'e. Kabullenemedi, dağıldı sonunda... 

İşin garibi de budur ya; bir yıl boyunca her türlü işkenceye maruz kalmasına rağmen iradesinin kırılmamasının sebebi, onu mahveden şeyle tam olarak aynı şeydi: Guts... Guts'a karşı inanılmaz bir öfkeyle dolmuştu içi. Ama bu öfkenin altında yatan sebebi, kırgınlığıydı. Bütün öfkesi kırgınlığındandı. Bu kadar sevip sayarken, en yakın dostu bellemişken yarı yolda bırakılmış olmanın hüznü...ilk defa birine bu denli sonsuz bir şekilde güvenmişken sırtından vurulmuş gibi hissettiren hüznü hissedebiliyor musunuz?.. İşte bu hüzün, Grifith'in hüznüdür...


Arkadaşlarını kurban ettiği geceye gelecek olursak...

Bir yıl boyunca akla hayale gelmeyecek her türlü işkenceye maruz kalmış olmanın acısını düşünün... Ve onu ayakta tutan, tutunduğu tek şeyin en yakın dostuna duyduğu öfke olduğunu tahayyül edin... Bütün tendonları, dili, erkekliği kesilmiş, hiçbir şekilde geri dönülmez yaralar almış olmanın acziyetini hayal edin... En başından beri karşı çıktığı, isyan ettiği, kaçtığı şey olan acizliğe, amacına ulaşmaya bir adım kalmışken, olabileceği en güçlü durumlardan birindeyken düşmüş olmayı düşünün yalnızca... En mutlu gününde, alabileceği en ağır darbeyi almış olmanın acısını... Ve o darbeden sonra bir yıl boyunca aralıksız bir rutin ile basamak iner gibi dibe çekilmiş olmanın acısı.. Dünyada iken cehennemi yaşamanın parmakla sayılacak bir kaç çeşidinden biridir bu.

O bir yıl boyunca aralıksız bir şekilde süren en aşağılayıcı, en acımasız işkencelerden sonra, vurabileceği en dibe vurduktan sonra onu bu hale getiren dostu Guts'ın dalga geçer gibi gelip onu kurtmarmasının ne kadar aciz hissettireceğini ve ne kadar her şeye karşı nefretle dolunmasına sebep olacağını yalnızca hayal edin... Ölümden beter bir şeydir bu. Grifith'in o şekilde iken kurtarılmaktansa bin defa ölmeyi isteyeceğine kalıbımı basarım! Bütün bu aşağılamalara, acılara rağmen dostunu gördüğü zaman nefretinin bir anda bitmesi ve içinin sevginin sıcaklığıyla dolmasından doğan acziyetten bahsetmiyorum bile... Guts o işkence odasına gelip onu kurtardığında Grifith'in, kalan bütün gücüyle Guts'ın boğazını sıkmaya çalışması, ama Guts onu o halde gördükten sonra ona sarılıp ağlayınca kolunun yavaşça yana düşmesinin verdiği acziyet ve bütün evrene karşı oluşan o ezici nefret, öfke... 

Bu da yetmezmiş gibi kaçırıldıktan sonra tekrar düşman komutanının eline geçmesi ve o generalin Grifith'i bütün askerlerinin önünde aşağılayıp dalga geçmesi; onun artık bir çöpten farkı olmadığını, artık bir erkek bile olmadığını, bütün tendonları kesildiği için kendi başına artık yemek bile yiyemeyeceğini söylemesi ve sonuna kadar haklı olması... Bunun ardından tekrar Guts tarafından kurtarıldıktan ve tekrar acizliğini iliklerine kadar hissettikten sonra çadırda uzanırken en sevdiği iki insan olan Guts ile Casca'nın birbiriyle birlikte olduğunu, birbirlerini sevdiklerini görmesi... Hayatın gerisinde kaldığı hissiyatı, artık bir fazlalık olduğu hissiyatı...o her şeyini ama her şeyini kaybetmişken Guts'ın hiç olmadığı kadar her şeye sahip olduğunu görmesinin verdiği o melun hissiyatı düşünün yalnızca... 

Bütün bunların ardından patladı en sonunda Grifith... Öyle bir çığırdı ki, eğer bağırabilecek sesi olsaydı şu ana kadar duyulmuş en can acıtan feryat olacağını söylememe gerek dâhi yok...

Bütün gücüyle at arabasını dört nala koştu Grifith. Her şeyden ama her şeyden kaçıyordu... İnsanoğlunun en derin ve acıklı başkaldırışını yapıyordu son bir güçle... Hayattan kaçıyordu, yaşamdan kaçıyordu, acizliğinden kaçıyordu; sevgiden, nefretten, hatta ölümden bile kaçıyordu Grifith.. Sonunu düşünmeden, plan yapmadan, öyle bomboş, bir ayağı çukurdaymış gibi...

Grifith'in nasıl bir duruma düştüğünü biraz olsun anlayabildiniz mi bütün bunlardan sonra?!.

Şimdi bu durumdayken karşısına bu acizliğinden iz bile kalmayacak kadar kurtulma, normal şartlarda hiçbir şekilde ulaşamayacağı tanrısal bir güce kavuşma ve en başından beri hayalini kurduğu ülkeyi kurmaya hiçbir zaman diliminde olmayacağı kadar yakın olma fırsatının elinize geçtiğini düşünün... Ve bunun için ödemeniz gereken bedelin, askerlerinizin hayatını kurban etmek olduğunu...

Eğer Grifith o zaman dostlarının hayatını seçmiş olsaydı, o zamana kadar yaptıkları her şey boşa gitmiş olacaktı. Bir tarafta o ana dek adil bir krallık kurmak ve insanlara güzel bir hayat bahşetme amacı uğruna feda edilen on binlerce insan hayatı, diğer tarafta ise her şeyden umudunu kesmiş bir kaç yüz insan hayatı olduğunu düşünün. Siz hangisini seçerdiniz? Hayatta olanları mı? Bundan ötürü Grifith olamazsınız... Onun kadar cüretkar ve yaptıklarının sorumluluğunu sırtlanacak bir ruh herkeste bulunamaz zaten...

Grifith, her zaman sorumluluk bilinci ile hareket eden bir insandı. Katıldığı savaşlarda ölen askerlerine karşı asla kayıtsız olmadı. Ölmesinler diye bedenini bir lorda sunacak kadar değer veriyordu her bir askerine. Ve ölenlerin hiçbirini unutmadı hiçbir zaman. Hepsini yanında hissetti her zaman. Onların ölümlerinin sorumluluğu ile ilerliyordu her zaman. Hatta bir noktadan sonra artık bu amaca ulaşmayı sadece kendisi için değil, askerlerinin ölümleri boşa gitmemesi için de istiyordu. Çünkü biliyordu; o adil krallık kurulduğunda, insanlara insan gibi muamele yapılmaya başlandığında o ölümlerinin hiçbiri boşa olmuş olmayacaktı. Hepsi anlam kazanmış olacaktı. Grifith, bu sorumluluğun altında ezilecek kadar duyarlı biriydi. O on binlerce ölümü gözden çıkaracak kadar vefasız değildi...

Öyle de yaptı, amacına ve ölen onca askerin ölülerine sadık kaldı ve zor olanı seçip kalan bir kaç yüz askerini de feda etti. "Askerlerimin ölümünden dolayı kendimi suçlamıyorum, çünkü onlara istedikleri hayatı verdim sadece. Hiçbirini zorla tutmuyorum yanımda. Tamamen özgür olarak yanımdalar." demişti bir yerde Casca'ya. Ve haklıydı da. Arkadaşları da onun amacını kendi amaçları bellemişti, krallığı kurma amacı. Ve eğer bir amaç, kendi hayatının önüne geçmiyorsa, ulaşıldığında hiçbir zaman tatmin etmez. Bu tür amaçlar, hayatları aşan amaçlardır... Dolayısıyla Grifith, onların da amacını yerine getiriyordu.

Son olarak Casca'ya tecavüz konusuna gelecek olursak:

Grifith her ne kadar kendine yüce bir amaç bellemiş biri olsa da en nihayetinde, bir insandı... Onca kırılmışlıktan sonra zayıf düşmüş ve öfkesine yenilmişti. Öfke ve nefret gözlerini kör etmişti. Bütün o zayıflıklarının acısını çıkarma fırsatı eline geçtiği sırada kendinde değildi, tamamen kaybolmuştu... Eğer o gücü kazandıktan sonra Guts'ı hiçbir şey olmamış gibi affetseydi, seriyi izlemeyi orada bırakırdım ve Berserk hikayesini kendi içimde bitirirdim o noktada.

Benim için yaptığı doğru değildi, doğaldı. Çünkü bir insandı. İnanılmaz acılara maruz kalmış yapayalnız bir insandı Grifith... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şeytanla Savaşma Zorunluluğu

Yalnızlık Tiradı

SIÇMANIN FELSEFESI