Kayıtlar

Kasım, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SIÇMANIN FELSEFESI

"Büyük fikirler, ya koşarken ya sıçarken insanın aklına gelir." Bu deyimin yaratıcısı çok ince bir noktaya değinmiştir. Toplumsal etik ve ahlak kurallarına bir ömür maruz kalmış bilincimiz, bizim atfedilen konunun özünü görmemize engel olur, -tıpkı yüzbinlerce kalıpların engel olduğu gibi. Peki, nedir burada kast edilen şey? 'Koşmak'tan başlayalım: Koşmak, en mükemmel hareket dinamiklerinden biridir. Çünkü süreğendir ve aynı yerde durmak, takılı kalmak söz konusu değildir bu devinimde. Devamlı olarak bir akış, bir değişim ve enerji döngüsü söz konusudur. Kişinin düşünceleri, bedeninden doğar. Devamlı olarak kendini bir odaya kapatan insanın (haftalarca, aylarca, yıllarca), her gün düzenli olarak gördüğü, maruz kaldığı tek şey dört duvar olduğu zaman fikirleri ve düşünceleri de aynı şekilde durağanlaşır, bilinci bir hücreye dönüşür ve o hücrenin içinde, duvarlara çarparak kendisine geri döner. Bunun sebebi hareketsizliktir. 'Düşünceler, içinde bulunulan ortamdan, ...

Yalnızlık Tiradı

Yalnızlığım, ah benim uslanmaz ıssızlığım.. Neden bu kadar vahşisin, neden bunca akıllanmaz?! Tenhalığının kaynağını kurutmak mümkün değil mi? Bu koskoca evrende, bu milyarlarca insan yığınının arasında olmama rağmen nasıl oluyor da bunca ırak, bunca tanrıtanımaz edebiliyorsun beni?...  Sen benim ecelimsin, hayatımın kaynağı sendedir. Bencilsin sen, sadece senin olayım istiyorsun. Yanımdan yöremde hiçbir silüetin olmasına müsaade etmiyorsun! Gaddar, isyankar ve de vurdumduymazsın sen... En nefret ettiğin şeydir mutluluğum, benim saf, katıksız ve de masum mutluluğum. Hani düşman olsa, hani kalbi taştan olsa, hani kafir olsa yine bir sokak hayvanına merhamet eder ya elin vahşisi; işte sen ondan betersin! Tek istediğin benim, sadece ben. Benden başka kimseyi yaklaştırmıyorsun bile yörene ve yöreme. Tek amacın kendim olmam, kirletilmemiş olmam, katıksız olmam. Neymiş, kitap yazacakmışım, kendimi bulacakmışım; hadi oradan! Palavra bunlar efendim palavra! Sadede gel. Sen, düşmanımsın b...

"OSSAN"

Ruhum; yangınlar içinde hacamat olup serin sularda doğmak için doğmuş ruhum; kavgaların hırıltılarından nefes alan a uslanmaz ruhum; muharebe meydanlarının azılı cengaveri olan gaddar ve bir kadın zerafetindeki ince parmakları olan ruhum; Merhaba!  Dilim suskun, konuşmuyorum. Sükunet hırkasını dâhi giymiyorum. Yalnızca hayret ile temaşa ediyorum.  Yaşadığımı, nefes aldığımı, soluğumun ateşler saçtığını, gözeneklerimden ter yerine irin çıktığını hissediyorum... Arınıyorum, temizleniyor, allanıp paklanıyorum. O öksüz, yetim, sahipsiz bıraktığım gözlerimin, en başından beri durgun bir şekilde çölde gezindiğini, kum yiyip tebessüm içtiğini, temaşa ettiğini, acının tatlı tebessümü ile usul usul yürüdüğünü görüyorum... Kimim ben? Yanıt yok. Neredeyim? Yanıt yok. Ne yapıyorum, neyi arıyorum?! Yanıt yine yok... Bu seyirde cevap yok, soru yok, kulaklara göre ağız, ağızlara göre kulak yok... Yalnızca derin bir sessizlik, bir sükunet hali. Burada şikayet yok, burada acı yok, burada öfke ...

Şeytanla Savaşma Zorunluluğu

Benim büyük bir bilge olmaktan, büyük bir aydınlanma yaşamaktan, yüksek bir farkındalığa ermekten başka şansım yok bu hayatta sağlam kalabilmem için. Çünkü benim en kuvvetli hasımım içimdeki şeytandır. Ve yalnızca ona üstün olarak ondan korunabilirim.  Eğer onunla ölümüne bir muharebeye girmez, etimin lime lime olmasını, kanımın oluk oluk akmasını göze almamı sağlayacak bir cesareti kendime zırh gibi kuşanmaz ve bu muharebeden muzaffer çıkmaz isem, benim, ölümünü sessizce ve boyun eğerek karşılayan bir kurbanlık koyundan hiçbir farkım kalmayacak. Ben şeytan ile savaşmayı bırakınca O da benimle savaşmayı bırakmayacak (çünkü onda bulunmayan tek şeyin adıdır merhamet.). Artık savaş diye nitelendirilen şey, bir meydan dayağına ve linç girişimine dönüşecek ve kanımın son damlasına kadar da durmayacak bu işkence.  Bu savaş, ben direniyorum diye savaştır. Keza savaş denilen bu şey, esasında bir direniş destanıdır. Ve yenildiğimde değil, direnmekten vazgeçtiğimde mağlup olmuş olacağım...

En Büyük Dost, Düşmandır.

Şu ana kadar yapılan savaşların en amansızları, sistemlerle ve fikirlerle yapılan savaşlardır. En imkansıza yakın olanlar devamlı olarak onlar olmuştur. Ne kadar güçlü ve ihtişamlı olursa olsun, düşman bir insan olduğu zaman kudretinin hafif bir meltemle savrulabilecek kadar cılız olduğu anlaşılmalıdır. Bu hafif meltem bir kurşun, ecele götüren zaman ya da gücünün ve konumunun elinden alınması olabilir.  Ama sistemler öyle değildir. Sistemler fani bir insan ömrü ile kısıtlı değildir, sistemlere kurşun işlemez, rütbesi düşürülemez, hapsedilemez. Bundan ötürü en büyük savaşlar sistemlerle yapılan savaşlar, en büyük galibiyetler sistemlere karşı elde edilen galibiyetler ve en büyük devrimler de sistemlere karşı yapılan devrimlerdir. Yani dolayısıyla en büyük fatihler, sistemlere karşı muzaffer olabilmiş fatihlerdir. Cılız bir düşman (insan) ile yapılan muharebeden galip çıkmak, cılız bir galibiyet getirir. Büyük kafaların, büyük yüreklerin talip olması gereken hasım, insanlar değil si...

Unutulmamaya Dair...

İnsanlar iki şekilde unutulmayabilir ve ölümsüzlüğe kulaç atabilir; "Ne yaptı?" ve "Kim oldu?" sorularına muhatap olarak. "Ne yaptı?" sorusuna istisnasız her insan muhatap olabilir. Çünkü bu soru dışavurumsaldır, her insanın unutulmamasını sağlayacak bir şeyler yapma potansiyeli vardır. Misalen "Romayı kim yaktı?" sorusunun muhatabı ve ayırd edici unsuru kişi değil, eylemdir. Eylem kişiden ötürü değil, kişi eylem aracılığıyla tanınır bu alanda. "Kim oldu?" sorusuna muhatap ise bizzat kişinin kendidir. Bu dışavurumsal değil, bizzat içsel bir durumdur. Eylem, kişinin vesilesiyle hatırlanır. "Dostoyevski bir çok mükemmel kitap yazdı." önermesindeki kitap objesi, yalnızca bir gereçtir. Aslolan ve atıfta bulunulan Dostoyevski'dir. Her insan yaptığıyla hatırlanabilir, ama her insan olduğu şekli ile hatırlanamaz. Bu, bir yetidir. Bu ikisinden öte olan durum da tahmin edilebildiği üzere "Kim oldu?" ve "Ne yaptı?...