Kayıtlar

Ocak, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
 Benliğinin bütün his hararetlerinden sıyrılmak, önemsediğin her şeyin despotluğundan ( despotluk: bilakis önem vermek, aynı zamanda boyunduruğunda olmak demek; bir şeyi korumayı istemek, aynı zamanda koruyamadığında acı çekeceğinin senedini de imzalamak demektir.) kurtulmak istiyorsan eğer; hayatınla hiçbir bağıntısı olmayan insanlar (Sayısı hayal gücüne kalmış) yarat. Sen yaşarken onların hayatlarını da izle; an be an takip et onları!  Kurtuluş oradadır... 

Yol..

  Yol, yürüdü...yol, yürüdü ama yürümek nedir bilmedi... Ne adımların hatırasını taşıdı üzerinde, ne büyük büyük, kocaman adamların topuklarının çukuru vardı sırtında! Ne tatlı mı tatlı küçük masûm çocuklar kendilerine oyunlarını oynamak için çizgiler serdi ensesine.. Ne ayrılıklar, acı ve gözyaşları ile sulayıp dağladılar onu ... Ama yol, umutsuz, bezgin, yorgun, bitap düşmüş, mecali kalmayacak denli bitkin ve yüzünde yüzmilyonlarca yaşanmışlığın derin hüznü ile yürümesine devam etti.. Umutluydu belki de, belki sırf can sıkıntısından, ya da belki umutlarının gözlerinin seyrinde katledişine ve ona daha fazla azap çektirmesine dur demek içindi yürüyüşü... Ama yol, yürüyordu... Ondan gayrı kimse bilemez idi sebebini ayaksız adımlarının... O, her kesin tüm kessizliklerine rağmen yürümelerinin sebebini biliyordu, ancak kimse ona akıl erdiremiyordu, erdiremezdi! Yol yalnızdı zaten hem. Çok yalnızdı hem de... Herkesten daha çok insan gördü, tanıdı; ama kimse onu tanıyamadı, tanımak bir yana
 İnsanların sevgiyi haketmesi gerekir. Ve yalnızca hakeden kişilere sevgi verilmelidir. Aksi takdirde kimse sevilmeyi hakedecek bir insan olmak için çalışmaz... Ve sevilmeyi zaten çok az hakeden insanlık, o sevilecek azınlığı da kaybeder.. Aynısı saygı için de geçerlidir; Sevgi, hakedene; saygı daha çok hakedene... 
 Insanların büyük yanılgılarından biri de şudur; "Kendine değer vermesi gereken kişinin başkaları değil de kendisinin olması gerektiğini düşünmek."... Şöyle ki; Eğer sen kimseden değer beklemeden bizatihi kendin kendine değer verirsen diğerine nazaran daha iyidir bu. Ama bu demek olmuyor ki bu düşünce iyidir. Sadece kötünün iyisi olarak kabul edilebilir. Zira şu vardır ki; Sen kendine değer vermekten vazgeçtiğin an kendini yine değersiz hissedersin. Yani değerin bir iğne ipliğe bağlı olmuş oluyor...  Ama mesele şu ki; Senin zaten bir değerin var. Ya sen o evvelden beri var olagelen değerini kabul edersin\görürsün. Yahut da onu görmezden gelmek istersin.. Bu durumda o değerinin gittiğini asla düşünmezsin. Her zaman var olduğunu aklının bi tarafında her zaman tutarsın.. Yalnızca kendinin onu görmek istemediğini düşünür ve kendini kandırdığının farkında olursun. Hakikatin böyle olduğunu anladığında kendini kandırmaktan vazgeçtiğin an tekrardan evvelden beri var olagelen değerini
Her şeyin manasını kaybettiği berzah sınırında raks etmek de güzeldir; gülmek, mutlu olmak, sükunu doğurmak da... Her şey ama her şey güzeldir; sen güzel olmasını dilersen...  Her şey ama her şey çirkindir; çirkinlik sana güzel gelirse eğer... Anla a biçare zannına sahip zahid! Sensin güzeli güzel eden...sensin çirkini güzel gösteren... Anla gayrı behey anlamaz; anlamak da sana kalmıştır, anlamamakta diretmek'te... Anla a canına yandığım; anlasan da umursanmazsın, anlamasan da...  Bir Sen varsın, bir de varsa başka bir Sen daha... Yoktur senden gayrısı şu cihanda; her bir suret, bilincinin yüzünün birer kavisli çizgisidir; ruhları tanıdıkça artar kırışıkların. Ve aldığın son nefesinde başlar kıyamet...  Mübarek ola...   
 Terlemiş gözlerle seyre dalmak istiyorum dünyayı. Yüreğimin sıcaklığının normalin üzerine çıkmasını ve gözlerimin, yüreğimin o bunaltıcı sıcaklığından dolayı sırılsıklam terlemesini istiyorum... Soğuk bir kentin (İstanbul mesela) ücre bir köşesindeki cılız bir ataş olarak idame ettirmesin yaşamını! Daha da harlansın... Bir çocuğun gözyaşlarına ağlasın, insanların hayvanî dürtülerinin kurbanı olmalarına ağlasın, öfke nöbeti geçirenlerin öfke nöbeti geçirmelerine ağlasın; soğuk kalplere ağlasın, donuk kalplere ağlasın, kırık kalplere de ağlasın... İnsanların bunca olan zayıflıklarına hayıflansın da bir tas teri de onun hatırına döksün isterim... En çok da korkunç insanoğlunun ta yüreğindeki o "kendini\hayatını imha etme" butonuna da, kişioğlunun bundan haberdar olmasına da ayrı ayrı terlesin isterim gözlerimin... Asıl büyük vah ki onadır çünkü ...  Kah (şiddeti, ruhumun derinliğiyle doğru orantılı olmak üzere) bir nükleer bombaya çevirip patlatmak ve kainatı tepetaklak etmek,
Ben bir garip, merhaba. Merhaba okuyucu! Nasılsın? Daha doğrusu; nasıl olduğunu biliyor musun? Gerçekten de biliyor musun?!. Ben mesela; bir garip. Bu kadar! Yağmur var dışarıda; kulağımı okşuyor her bir damla. Sanıyorum ki bir şeyler anlatıyor, feryat ediyorlarmış. Ama benim gibi yaşanmışlıklarının sevinci, hüznü, kederi, pişmanlıkları, ve dâhi mutlulukları ile dolup taşan bir biçare'ye ne anlatılabilir ki gayrı... Anlatılabilse dâhi, ne yer edinebilir ki gayrı hafsalamda! Oturabileceği bir divan mı bıraktım ki gelip bağdaş kurup çayını yudumlanabilsin!.. Sanıyorum ki ahmak ve bir o kadar da biçare'yim ben. Zira bu sahnede bana verilen karakterin dışına çıkabilecek, doğaçlama yapabilecek kudreti bulamıyorum kendimde... İşte o kadar zayıfım!.. Ama elbette tedavüldeki bir durumu izah etmemek, büyük bir noksanlık doğurmakla kalmayıp, bir de o durumu inkara girer; Bütün insanlar en az benim kadar zayıf olduğu için ve insanlığın tıynetinde "ego" denilen bir çıban olduğu i
 Ego ile zayıflık doğru orantılıdır. 
Ruhunun derin dehlizlerinin önündeki bütün engellerin, benliğindir..
 Koskocaman bir dünya! Çok şaşalı bir tabir. Öyle ki insanın hayal sınırlarını zorluyor. Ama gerçekten de öyle mi? Gerçekten de tek bir tane mi bu dünya? Ve yine gerçekten de koskocaman bir dünya mı bu? Sorular sorular sorular.... Aslında cevap basit, görmek istenirse elbette; Yalnızca bir tane dünya yok; milyarlarca Dünya var. Her insan için bir Dünya mevcut...her insanın kendine, algısına göre yorumladığı bir dünya... Her insanın yarattığı ve kendini merkezine koyduğu bir Dünya... Yani denilebilir ki şu ana değin on milyarlarca dünya yaratılmıştır on milyarlarca insan tarafından...ve bu yaratım, dünyanın sonuna kadar da süregidecek. Yani denilebilir ki; "Koskocaman bir dünya!" diye bir şey yok; milyarlarca Küçük Dünya'nın toplamı olan bir Büyük Dünya vardır. Bir tane kocaman Makro Dünya, milyarlarca küçücük mikro Dünya var ve aynı yerde diye var... Bu mevzubahis Makro Dünya kimliksizdir. Belli bir karakteristik özelliği, tanımı yoktur. Çünkü çok fazla özelliği, tanımı v

Mutlak yalnızlık:

 İn sanlar "Kıyamet hiç de korkunç değildir. Asıl korkunç olan, sadece benim kıyametten sağ kurtulmam olur. Başıma gelecek olan şey, ne kadar vahşi olursa olsun, eğer sadece benim başıma gelmezse ve diğer insanların hepsi de bundan payını alacaksa benim için sorun yoktur." diye düşünür. İçinde bulunduğunuz şehri düşünün; bomboşsa ve hiçkimseyle hiçbir ulaşım\iletişim imkanınız da yoksa! Sadece siz varsanız ve sizden başka hiçbir canlı yoksa nasıl olur? Söyleyeyim; Korkunç! Bütün zamanın, hayatın, yaşamın durduğunu ve tüm cansız nesnelerin/araç ve gereçlerin sizi izlediğini düşünmeye başlarsınız. Ve muhtemelen tek uğraşınız, insanları bulmak gayesiyle durmadan hareket etmek olacaktır. Peki tüm ülkede? Tüm kıtada? Tüm dünyada?! İyi düşünün; bu Dünya denen gezegende canlı namına sizden başka bir şey yoksa? Tek canlı varlık sizseniz nasıl olur, düşünün.. İyi düşünün... Korkunç, değil mi? Sorunlarınızı anlatabileceğiniz, konuşabileceğiniz, kızabileceğiniz; küsebileceğiniz, barışab
 Bizim geleceğe yönelik beklentiye girmemiz, biraz da şu an ki mutluluğumuzu geleceğe ödünç vermemiz gibidir... Biz bu anı bırakıp, geleceğe yönelik düşünür ve umutlarımızı geleceğe yükler isek şu anı kaybeder ve gelecekte karşımıza çıkabilecek her sorunda o ne beklentilerle pencerelerden gözlediğimiz geleceği de kaybederiz... En sonunda ise eli boş kalmak olur kısmetimiz...   Biz, şu an'ın kötü olduğunu düşünmekten vazgeçip, her anın kendine has iyiliği olduğunun farkına varıp, bütün "şu an"larımızdaki güzellikleri bulmaya, onları görmeye odaklanalım... Böylesi bizim için daha da güzel olur...ve hem şimdi, hem de gelecekte mutluluğu, tebessümümüzü daim ederiz... Bir insan, ömrünün her anında mutlu ve güleryüz olursa artık mutluluğun bir anlamı olmaz ki hem, yanılıyor muyum? Yeri geldiğinde bu kalplere hüzün de yaraşır. O yerlerde sürünen hüzünlerimizi "nimettir" diyerek yerden kaldırıp üç defa öpüp başımıza koymak da şükürden sayılmaz mı ki? Şükredelim o vakit.
 "Geçmiş olsun" dedi yabancı. "Neden?" diye sorunca genç adam, "Vardır illa geçmesini istediğin bir sancın genç dostum. Herkesin vardır..." dedi yabancı. Genç gülümsedi. İçtendi bu gülümseme... 
 Bizler, hayatın en zorlu istikameti olan çocukluğundaki nirvanasına ulaşmak için büyümek isteyen çocuklardık... Vay ki tekerrüre girene, vay ki özüne dönmek istene..! 
 Her insan odasındaki karanlığa başkaldırabilir, ancak her insan ışığı bulup aydınlanamaz. Yalnızca karanlıkta anahtarın yerini bulmaya çalışır bazıları beyhude bir çırpınışla... bulamadıkça daha da arar, aradıkça daha bir çıkmazda hisseder kendini; daha bir karanlıklaşır oda kendisine... Bunun sonucunda kimisi ampülün anahtarını bulamayacağını düşünür ve vazgeçer, kimisi aydınlık diye bir mefhumun olmadığını iddia eder, kimisi bulsa dâhi kısık bulur ışığı; kimisi gecesini anahtarı bulmaya adar ve anahtar arayışı onun gece meşgalesi olur... Kimisi, kimisi ise bulur o anahtarı...yazgısında vardır bulmak, karanlıktan kurtulmak, aydınlığa ulaşmak çünkü.. 
  Söylenecek o kadar çok söz var ki, insan çareyi susmakta buluyor... Ancak "Konuşmak da sükunet'e dahildir" denilmiştir. Rastgele o vakit...